Anayasa Mahkemesi Basında Çıkan Bir Haber Nedeniyle Kişilik Haklarının İhlal Edildiği İddiasıyla Açılan Hukuk Davasının Reddedilmesinin Şeref ve İtibar Hakkını İhlal Edeceğine Karar Vermiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Çetin Doğan Başvurusu (2) kararına konu olayda (B. No: 2014/3494, 27.2.2019 T. Karar için bkz. 03.04.2019 Tarihli ve 30734 Sayılı Resmi Gazete) Taraf Gazetesi’nde aralarında başvurucunun da bulunduğu Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki bir grup tarafından haber tarihinden yaklaşık yedi yıl kadar önce hazırlandığı iddia edilen bir darbe planının haberi yapılmıştır. Başvurucu, hakkında yapılan haberlerin gerçeğe aykırı olduğu düşüncesiyle kişilik haklarının ihlal edildiği iddiasıyla gazete ile genel yayın yönetmeni, genel yayın yönetmen yardımcısı ve eser sahipleri aleyhine 5.11.2010 tarihinde tazminat davası açmıştır. Ancak Kadıköy 2. Hukuk Dairesi, haberin yapıldığı tarihte görünür gerçeğe uygun olması gerekçesiyle 22.5.2012 tarihinde davanın reddine karar vermiş ve anılan karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından 20.01.2014 tarihinde onanmıştır.

Başvurucunun yapmış olduğu bireysel başvuru üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi başvurucunun iddialarını Anayasa’nın 17. maddesinde koruma altına alınmış olan şeref ve itibarın korunması hakkı kapsamında incelemiştir.

AYM kararında öncelikle; haberin yapıldığı tarihte çoğu halen muvazzaf olan bazı askerlerin geçmişte darbe planladığı iddiasının, herhangi bir demokratik ülkede kamusal ilgi barındıran bir mesele olduğu ve ülkenin demokratikleşmesi bağlamında yapılan, kamusal faydası son derece yüksek bir tartışmaya katkı sunduğu ifade edilmiş; ardından, bu nedenle, başvuru konusu haberlerin basın özgürlüğü korumasından geniş bir ölçüde yararlanması gerektiği belirtilmiştir (§ 62).

Devamında haber nedeniyle kişilerin şeref ve itibarının zedelendiğini ileri sürdüğü olaylarda basının gazetecilik etik ve ilkelerine uygun olarak iyi niyetle topluma doğru ve güvenilir bilgi sağlama ödev ve sorumluluğunu yerine getirip getirmediğinin değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekilerek;  anılan değerlendirmenin de gazetenin ileri sürdüğü olgusal iddiaların doğruluğu konusunda yeterli araştırma yapıp yapmadığının denetlenmesi yoluyla mümkün olacağı belirtilmiştir (§ 63).

Mahkemeye göre gazetecinin haberde ileri sürdüğü iddiaların doğruluğu konusunda yeterli araştırma yapıp yapmadığı araştırılırken gazeteciyi haber kaynağını açıklamaya zorlamak mümkün değildir. Ancak haber kaynağının açıklanmaması gazetecinin araştırma yükümlülüğünü ağırlaştırır. Keza haberde haber kaynağının doğruluğuna ilişkin olarak gazetenin hiçbir şüphesi bulunmadığı algısı yaratılmasını sağlayacak derecede kesin bir dil kullanılması da gazetecinin araştırma yükümlülüğünü ağırlaştıran bir başka husustur (§ 65-66).

Somut olayda da başvurucu hakkında haber yapan gazetecinin haber kaynağını açıklamaması ve ayrıca haberde haber kaynağının doğruluğuna ilişkin olarak gazetenin hiçbir şüphesi bulunmadığı algısı yaratılmasını sağlayacak derecede kesin bir dil kullanılması nedeniyle gazetecinin haberde ileri sürdüğü iddiaların doğruluğunu araştırma konusunda nispeten daha ağır bir yükümlülük altında olduğu sonucuna varılmıştır (§ 67).

Kararda haber kaynağının açıklanmaması nedeniyle gazetecinin araştırma yükümlülüğünü gereği gibi yerine getirip getirmediği denetlenirken belgeleri gazeteciye veren şahsın kimliği üzerinden bir inceleme yapılamayacağı; ancak belgelerin içeri göz önünde bulundurulmak suretiyle anılan araştırmanın icra edilebileceği belirtildikten sonra şu sonuçlara ulaşılmıştır(§ 68):

Başvurucu tazminat davasına ilişkin mahkemede habere konu belgelerin hiçbirinde imzasının olmadığını iddia etmiştir. Ayrıca belgeleri oluşturan dijital delillerin sahteliğine ilişkin birçok delil sunmuştur. Bunun yanı sıra gazetecinin savcılığa verdiği ifadesinde belgeleri kendisine veren kişiyi tanımadığını söylediğini belirtmiştir (§ 70).

Anayasa Mahkemesi habere konu belgelerin tamamının dijital deliller olduğunu, anılan belgelerin hiçbirinde başvurucunun imzasını taşıyan belge bulunmadığını, ıslak imzalı veya elektronik imzalı herhangi bir belge de olmadığını tespit etmiştir. Ardından söz konusu haber nedeniyle başvurucunun cezalandırılması için açılan kamu davasında İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen 31.3.2015 tarihli kararda habere konu dijital delillerin birçok zaman-mekan çelişkisi içermesi de dikkate alınarak bir kısmının sahte olduğunun kesin olarak belirlendiği bir kısmının ise sahteliği hususunda şüphe barındırdığının tespit edildiği belirtilmiştir. Sonrasında AYM kararında; “İstanbul Anadolu 4. Agu Ceza Mahkemesince söz konusu belgeler incelenerek 31/3/2015 tarihinde yapılan bu değerlendirmeler, başvuru konusu tazminat davasına bakan derece mahkemelerince de davanın incelendiği tarihlerde yapılabilecek değerlendirmelerdir.” denilerek davaya bakan ilk derece mahkemesinin, haberlerin kaynağı olan belgelerin niteliği ve delil değerine ilişkin olarak başvurucu tarafından ileri sürülen hiçbir itirazı karşılamadığı ve başvurucunun iddiaları ile ilgili hiçbir değerlendirmede bulunmadığı ifade edilmiştir. AYM’ye göre ilk derece mahkemesi yalnızca haberler üzerine bir ceza soruşturması başlatılmasını da göz önüne alarak haberlerin görünür gerçeğe uygun olduğunu ifade etmek suretiyle davanın reddine karar vermiştir. Halbuki ceza soruşturması haberin yapılmasından sonra başlatılmıştır(§ 71). Tazminat davasını inceleyen ilk derece mahkemesi başvurucunun haberde yer alan iddialara ilişkin itirazlarını gereği gibi inceleseydi, İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesince ulaşılan sonuçlara ulaşabileceği açıktır. Bununla birlikte ilk derece mahkemesi yukarda da ifade edildiği gibi esas itibariyle ceza soruşturma başlatılmasından yola çıkmıştır.

Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi, ilk derece mahkemesinin başvurucunun haberde yer alan iddialara ilişkin itirazlarını incelemeden esas itibariyle ceza soruşturması başlatılmasını dikkate alarak başvuru konusu haberlerin görünür gerçeğe uygun olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermesinin başvurucunun şeref ve itibarı yönünden ilgili ve yeterli bir gerekçe olarak nitelendirilemeyeceği sonucuna vararak başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinde koruma altına alınmış olan şeref ve itibar hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir(§ 74).

Yazar Hakkında

Av. Burak AKIN

Av. Burak AKIN lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde, tezli yüksek lisans eğitimini ise Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamlamış olup halihazırda Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde doktora eğitimine devam etmektedir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ayrıca bu yazıları da inceleyebilirsiniz.